Japon Balığı

Bizim eski mahallede arkadaşla oturuyorduk. İnşası yapılırken bekçisiyle arkadaş olduğumuz apartman vardı önümüzde. Güzel manzaramıza beton örttükleri için çok kızmıştım; dört duvarın birinde pencere vardı artık onun da önünde duvar olacaktı. Beş ya da altı yıl oldu sanırım. İnşaat bitmeden örttüğüm perdemi hiç açmadım. Sonra taşındık başka kuytu bir köşeye, bu hatıralar da o perdenin arkasında kalmış.
Arkadaşım, “Bazı kızlar vardır sadece sevildiklerini bilmek isterler. Yaptıkları şeyler bize o kadar müsaittir ki her şeyin doğru olduğunu sanırız, belki de öyledir kim bilir. Sana sevdiklerini söylemezler ama sevmediklerini de söylemezler. Severmiş gibi yaparlar. ‘Özledim’ dediğinde mesela, ‘ben de’ derler. Açsan açabileceğin bir kapıymış gibi gelir bu sana, sanki uzansan o da seni tutacakmış gibi. Uzandığını görmek içindir bütün yaptıkları. Seni duygularıyla besler besler, büyütür. Sırf ona o istediğinde gitmen için eğitirler seni. Kenarda bekleyen kırık birisindir, oysa onun tam bir hayatı vardır. Ben buna Japon balığı olmak diyorum. Onun Japon balığı. Evinde istediği zaman gelip baktığı, sırf ölmesin diye suyunu değiştirdiği ve ne zaman yem atsa yiyen bir Japon balığı.” demişti. Haklıydı. O bunları dedikten sonra yaşadıklarımızın sadece bize ait olmadığına inanmaya başladım. Sanki herkes ortak bir yaranın acısını çekiyordu. Biz ise bu yaraya davranışımıza göre kendimize yer belirliyorduk: üste çıkanlar ve dipte kalanlar. Dipte kaldık ve bir sigara yaktık.
Küçükken bisikletlerle yarış yapardık. Henüz yol yapılmamıştı, eski yarım asfalt yarım çakıl bi yoldu. Bir keresinde arkadaş birinciliği alıp götürürken yokuştan bi kız çıkıyordu. Yirmi yaşlarında, alımlı ve dünya umurunda olmayan… O zamanlar pek yoktu ama şimdi çok görürsünüz bu kızlardan. Arkadaş kıza bakıcam derken önünde duran büyük taşı görmedi ve bisikletten düştü. Dizi fena yarıldı. İki dikiş attılar. O ise günler boyunca kızın ona bakışından bahsedip durmuştu.
Sigaradan bi nefes çekti. “Abi bi düşündüm de sanırım o bana bakmadı ya. Saçını savurmak için arkaya bakarmış gibi yaptı sadece.”
O kaldırıma oturduğumuzda akşamüstüydü. İki paket sigara bitirdik. İki bira içtik. Çok küfrettik. Önümüzden üç beş tanıdık geçti, üçü selam verdi beşine biz sövdük. Yeni yaptıkları binadan ikinci kattaki kız çamaşırları toplarken bize baktı. Yoldan geçenler de bize baktı. Rahatsız edici miydik bilmiyorum, görenler iki adım öteden geçtiler. Sonra kalktık.
“Çok yarım kalmışız.”

Benim tam bir hayatım olamadı hiçbir zaman, bi yanım hep birinde kaldı. O istese koşa koşa gideceğim birinde. Oradan kalktığımızda gönlümde sadece yarımlık vardı. Tam olmaya çalışan bir yarımlık… Kendi okyanusumuzda kayboluyoruz çoğu zaman. Oysa bir evde, küçük bir akvaryumda tek başına bir balığım ben. Cama vurarak seviyorlar beni.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evin erkeği

Ağaç Kovukları

Düşünme Öyle Şeyler