Bir Ölümsüz


İki otomobil ve dört far arasında kalarak halen dolaşımdaki kanımı asfalta saçarak vefat ettim. Hiç bir gazetede ölüm ilanıma rastlamadım. Sabah erkenden uyandığımda da fark ettim ki ailem müezzinin cebine bir iki lira koyup selamı bile verdirmemişti. İçimde bir gram üzüntü oluşmadı. Odaya girer girmez fark ettim soğuk havayı, ailenin bütün erkekleri benim etrafıma toplanmış ayin havasındalar. Babam canını azraile benden önce teslim ettiği için bu büyük kurulun başında gözünde bir gram yaş bulunmayan amcam oturuyordu. Kendisi babamın ölümünden sonra sevecen bir baba rolü de üstlendi benim için ama anneme yanaşır korkusundan sıcak bakmadım gerçi o benden daha insancıl çıktı annemi korudu. Sonuçta bütün amcalar Nuri Alço değildir. Babamın ölümünde de yanımda durdu beni teselli etti. Şimdi düşününce babamın ölümüyle benimki bir birbirlerine benziyorlar. Babam, iki merminin sol göğsünde karşılamasıyla canını verdi ben de kurşun hızında iki otomobilin selamlaşmak için beni iki parçaya ayırmasıyla. Neyse biz konumuza dönelim; ben öldüm. Caps lockun kapalı   kalması bile bir mucize öyle bir cümlede inanın bana. Ölüm tatlı bir huzur getirmedi bana veya kahredici bir keder ... Ölüm bana beni verdi, 8 yaşındayken toprak da düşüp de avuç içini kuşbaşı haline getiren beni gözümün önüne getirdi, babam ölmeden önceki gün çikolata getirmedi diye babasına kızıp yemek yemeyen beni ve hemen ardından babasının öldüğünü öğrendiğinde elindeki çikolataya sonsuza kadar veda eden beni...

Odanın camları kapalıydı. O karanlık eve ölümü taşıyordu. Ne benim cansız bedenim bu eve getirebilmişti azrailin esintisini ne de bütün sokağı saran kalabalık ve çığlıklar sadece bir karanlık oda herkese hatırlatabilirdi ölümü o anda. Ölüm çok güzeldir diyemem ancak şunu söyleyebilirim ölüm de eşit değildir; kimi sessizce acı çekmeden ölür kimi de iki parçaya ayrılır iki astranın arasında. 

Evdeki karışıklıktan naaşımın öğle namazını takiben asri mezarlıktaki aile mezarlığının iki yıl önce açılan boş mezarlarından birine gömüleceğini anladım. Bir hayalet olduğunu fark etmek ya da şöyle diyelim bedene sahip ruhlar diyarını terk etmemiş bedensiz bir ruh olduğunun farkına varmak güzelmiş. Bütün erkekleri ağlatıp annelerinin,karılarının eteklerinin altına saklanacakları şakalar yapmak üzereyken içeriden,benim odamdan, annemin sesini duydum. Kendi dilinde ağıt yakıyordu dili bana. Her bir sözü var olamayan kalbimi deliyordu. Büyük ihtimalle öldüğüm için beni suçluyor, kardeşimi büyütmek için ne yapacağını soruyordu yastığıma. Gözyaşlarım olsaydı eğer Afrika'ya yağmur yağdırırdım o anda. Uçurmayı düşündüğüm vazodan elimi çekip duvarın içinden annemin yanına gittim. Etsiz ellerim sadece saçlarının üzerinden kayabiliyordu. Tek dileğim beni hissetmesi bir kez onu mutlu edebilmekti. Şimdi daha iyi anlıyorum ben öldüm, toprak benim için bir anne görevi görecek. Öğle namazı için merkez camiinden düğmeye basılır birazdan beni de yağmurun yağmadığı bugünde toprağa gömerler. Aslında beni yok eden kimsenin benim kim olduğumu sormamış olması. Siz sordunuz mu benim kim olduğu mu?
Size yokluğun resmini çizeyim mi? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evin erkeği

Ağaç Kovukları

Düşünme Öyle Şeyler