Hayat Ya Bu


         Yazmam gerekenleri nasıl yazmam gerektiğini biliyorum; ilk önce etkili bir cümleyle başlamam gerek paragrafa, öyle başlamam gerek yoksa okunmaz. İlk satırlardan itibaren boş geçilir onca kelime, onca düşünce. Sonra o cümlenin nedenini açıklamak için uzun birkaç satır yazmam gerek. Ondan sonra da etkileyici bir sonuçla bağlamam… Ama yapmak istemiyorum. Bir kalıba sığdırılmış sıradan satırları boş geçmek istiyorum bu sefer. Sıradanlıklardan kurtulmak istiyorum. İlginç olmak istiyorum. Veya kelimelerimin hatırda kalmasını istiyorum. Düşünmenizi istiyorum, belki de cümleleri anlamak için birkaç kere okumanızı. Düşünmek istiyorum. Kurgulamak, yazmak, değişik eserler sunmak okurlara. Ses getirilebilecek bir şeyler. Bulabildiğim ise sadece bunları yazabilmek. Düşünceleri kelimelere dökmeye çalışmak.
         Hak etmediği ilgiyi görsün istemiyorum satırlarımın. Yeterince ilgi görsün yeter. Fazlası olmasın. Eksiği de olmasın çünkü o zaman boşuna dil döküyor olurum. Her zaman yaptığım gibi. Fazlaca konuşmak, cümlelerin arasında kırabilecek sert laflar etmek, keskin ve eleştiren cümleler sunmak alışkanlığım oldu sanırım. İnsanları kırmakta alışkanlık gibi bir şey oldu bende. Ve onların o saçma tavırlarını çekmek… Sanırım buna da alınacaklar ama yazmak istiyorum. Saçma çünkü sonunda yine bana güleceklerini, göz kırpacaklarını veya laf atacaklarını bildikleri halde o saçma ve bir o kadar da gereksiz olan tavırları savunuyorlar. Yapıyorlar da üstelik. Bunları söyleyince ‘açık sözlü’ denilip bir manada imrenilerek bakılmak yerine tekrar tekrar tavır çekiyorum. Sabırlı mıyım yoksa saf mı? Fikirlere göre değişir ama çoğunluk saf diyeceğine eminim. Hak da veriyorum. Ama bu yaptıklarımı etrafınızdakilerin çoğu da yapıyor aslında. Özellikle de nazlı biriyseniz…
         Neyse. Bir manada isteyerek yapıyorum bunu. Yoksa çekmezdim kimsenin tavrını. Umurumda olmazdı. Düşünmezdim kimin ne yaptığını, benim için ne kadar önemli olduğunu. Ama bir arkadaşın anlamını bilmeyen herkes böyle yapar. Kimin ne kadar önemli olduğunu umursamaz. Onlar için sadece kendileri vardır. Hak etmediğimiz halde bize bencil denir oysa... Arkadaş; -belki çok duymuşsunuzdur- bir yoldaştır, bir dert dinleyecek kişidir, yalnız hissetmemeniz için yanınızda duran varlıktır. Fakat bu devirde böyle kişiler kaldı mı, emin değilim… Bu yüzden benim arkadaşlarım fazla. Vermem gerekenden çok değer verdiklerim var benim. Çünkü benim hiç ‘arkadaşım’ olmadı. Yanımda durup beni seven biri olmadı.
Aslında oldu. Düşünüyorum da, gerçekten oldu. Bütün beni seven kızlar benim arkadaşımdı. Ah bu devir! Devrin düşünüş tarzı sevmenin her zaman bir sevgili olma arzusu olduğunu sandı. Bir aşk, bir el ele gezme, bir aşkım diye hitap etme… Ve beklenmeyen ilgiyi aldıkları an ya susar ve bir fırtına öncesi sessizlik yaparak vicdan azabı çekmenizi sağlarlar ya da acısını sürekli bildirerek ve nefret ile özlem arasında kalmış bakışlarını size doğrultarak acı çekmenizi sağlamaya çalışırlar. Sorun ise hem ikisinin de etkili olması hem de gerçek bir arkadaşa sahip olmuşken bundan kaçmanız mı gerektiğini yoksa kalmanız mı gerektiğini kavramaya çalışmak. Ayrıca doğru yolu da bilirsiniz. Doğru yol kaçmaktır fakat zor gelir. Üzülmüş taklidi yapan bir kişiyi veya üzülen bir kişiyi arkada bırakmak zordur. Ve arkadaşın ne demek olduğunu bilmeyenler bunu rahatça yaparlar. Bırakıp giderler. Kalmazlar. Kalmayanların arkasındansa bir ton laf edip, bir araba dolusu küfür savurduklarında rahatlarlar.
Böyledir işte insanlar. Yaparlar fakat yaptıklarını görmezler. Gözleri tek bir yerden bakar, farklı açılara çevrilmez. Ama hayat ya bu, hani illa biri acı dolacak ya, hani sevgiler sadece aşk sayılır ya bu hayatta (!) , işte sadece sevginin ne demek olduğunu bilmeyenler kazanır. Kazanır ve farkına varmaz, kazanır ama kazandığını bilmez, kazanır ama tek acı çekenin kendisi olduğunu ve seven kalbin sadece onda olduğuna inanır. Yanlış bilir ama kazanır işte. Kazanmayı hak edenler mi? Hani şu gerçek acıyı filan çekenler? Onlar kalır. Zor olanı yapar. Fakat bununla kalmaz. Bir de sürekli bu kişilerle doldururlar boş hayatlarını.
Nerden mi biliyorum? Nerden mi öğrendim bu iki ayrı grubun nasıl yaşadığını, neler çektiğini? Çünkü ben yaşadım. Her ikisini de yaşadım. Gittim de kaldım da. Gittim çünkü buna zorlandım, kaldım çünkü ben istedim. Ama sonuçta ben iki taraftan da bakmıyorum hayata. Ben o dar bakışlardan değilim. Ben iki tarafı da görüyorum, ben ikisini de hissediyorum. Ama buna çare bulamıyorum. Bu probleme bir çözüm yolu gösteremiyorum. Sanırım iki tarafında gözleri açılana kadar böyle devam edecek. Ve bu kelime ile düşünce dolu olan sayfayla o kör gözler açılmazsa değişen bir şey olmayacak. Boşuna yazılmış olacak onca kelime, onca düşünce. Beklenmeyen ilgi görecek. Ya fazla ya da eksik. Ama ikisinde de boş akıllar olacak. Kimse düşünmeyecek. Kimse tekrar etmeyecek kelimeleri, cümleleri, satırları. Sadece ben yazmış olacağım. Yazacağım ve o öyle kalacak. Ama bu sefer kalmak kolay olacak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evin erkeği

Ağaç Kovukları

Düşünme Öyle Şeyler